Türk Solunun Psikolojik Analizi (3)
Güçlü Bir Türk Soluna Duyulan İhtiyaç.
Bir kaç yıl önce Milliyet gazetesinde Can Dündar’ın eski tüfek sosyalistlerden, Sadun Aren hakkında yazdıklarını okumuştum. Sadun Aren’in 84 yaşıma rağmen Sovyetler çökmüş olsada, içimde ki “sosyalizim özlemi ve devrimci ruh” hiç bir zaman sönmedi dediğini yazıyordu Can Dündar. Aren’in “Puslu Camın Arkasından” adlı kitabında, Behice Boranı çok zeki bulduğunu, M. Ali Aybar’ın yeni bir anlayışla ortaya attığı “güler yüzlü sosyalizim” Türkiye sosyalizmi fikrini eleştirerek, Türkiye sosyalizmi dünya sosyalizmine ne kazandırabilir diye sorup, Aybara bunaklık teşhisi koymuştu eski tüfek Sadun Aren. Yine Aybar’ın Sovyetler sonrası tutumunu begenmediğini onun durumu ve fikirlerini TİP (İşci Partisi) ve kendisini “Marksizmin zincirlerinden kurtarma” çabası içerisinde bulduğunu söylemiş. Aybarı’ın ruh halini ise prangadan (kölelikten) kurtulma pisikolojisi olarak tabir etmişti.
Türk solunun fikriyatına katkısı olmuş emektar bir sosyalist olan Sadun Aren’in, solun açmazlarını konu alan “Puslu Camın Arkasından” adlı kiatabını ve Türk solunun problemlerine yaklaşımını, çok önemli buluyorum. Sadun Aren’e göre, yakın gelecekte solun kendi içindeki ideolojik açmazları çözemden, iktidar alternatifi olması çok zayıf bir ihtimal olarak değerlendirilmekte. Hal böyle olunca vakti zamanında sayın Baykal’ın sine-i millete döneriz tehdidi CHP nin “doğal tabanı” olan soldan umudunu kesmiş olmasının sıkıntısıyla soylenmiş bir söz olarak havada kalmış oldu. Bir Demirel klasiği olan sine-i millete dönme demogojisi zaman icerisinde sine-i merkez sağa dönme taktiğine dönüşsede merkez solun, kendine yön bulma çabası olarak görülüp, samimi bulunmadı. Çünki sine-i millete dönme işi, sine-i cuntya dönmekten daha hayırlı olsa bile önce destek, sonra da cesaret ve yürek ister.
Bence sol önderlerin çağrıları tüm solculara yönelik olmalı. Çünkü Prof. E. Kalaycıoğlu ve Doç. A. Çarkoğlu’nun yaptıkları “Türkiyede Sosyal Tercihler” konulu araştırmanın sonuçları, sol seçmen açısından hiç de içaçıcı görünmüyor. 1983 Seçimlerinde solun 30 % olan oy oranı, 1999 da 21.8 geriliyor, 2011 için Kılıçdaroğlunun liderliğinde ise 5-6 puan artacağını seçimler öncesinde öngörüyor ve buna karşılık sağ’ın oylarında artış olduğunu ilmi olarak kanıtlıyor. Geçen süre içerisinde dünya siyasetinde bir çok değişiklik söz konusu olmasına rağmen, sosyal demokrasinin kendi “doğal tabanında” oy kaybettiği ve mevcut statünün korunamadığı gerçeğini ortaya çıkarmış olmuyormu?
Cumhuriyetin sadece Laiklik ilkesine sahip çıkıp, demokratik ilkelerden vazgeçme görüntüsü veren politik seçenekle birlikte, kavramlar çatışması Türk solunu bu noktaya taşımış bulunuyor. Sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları laiklik kavramı, solun kendi tabanını dahi tatmin etmemiş olacaktırki, mevcut statü bile korunamamıştır. Aslında solun çatı adayı bahanesiyle, merkez sağa yaptığı çağrının özüde aynı unsurlar içeriyordu. Yani seçim umudu aşılayan geçici bir siyasi uyanıklık yapma çabasından başka bir işe yaramayacaktı öylede oldu. Aynı yöntem ve biraz farkla, sembollere tutunarak, Mevlana’nın diliyle yapılan çağrıya sağın itibar edip, merkez sola, CHP ye yöneleceğine kim nasıl itimat edebilir?
Bana göre Mesnevice değil de, solun anlayacağı dilden “Nazımca” bir davetle, tüm solcuları kucaklayacak bir çağrı yapılmalıydı. Sosyal demokrasi, ve ya demokratik sol fark etmez, yeter ki içinde demokratik sistemi barındıran ve solu güçlendirip bir çatı altında toparlayacak yeni bir yapı olmalıydı. Seçmenin karşısına demokratik ilkeler ve halkın sağduyusuna saygı duyan, her türlü vesayet ve anti-domokratik yöntemleri reteden, sosyal demokrasiyi savunan aklı başında güçlü bir sol mualefet partisi olarak çıkılmalıydı.
Gerçekten Türk siyaseti sağ karşısında alternatif politiklar üretecek güçlü bir Türk soluna acilen ihtiyaç duymakta…
M.Yazarel