Karanlık gece düşleri.
Hayatın anlamını sadece maddi olarak algıladıgımızdan olacaktır ki, güçlüklere katlanmak çok zor gelir insan evladına. Kimileri çareyi ya kendini bulmak, yada sesizce yok olmakta görüyorlar. İnsan doğası gereği her zaman, her yerde kolay olandan yana tercih yapmak istiyor.
Umudun tükenip, ışığımızın söndüğü bir anda ateşimiz olur fakat, güneşimiz kaybolmuştur. Yolumuzu aydınlatacak ışık hüzmelerine koşarken, kızgın gün ışığı altında kendimizi karanlıkların en koyusunda, zifiri karanlığın ortasında buluruz. Zamanın peşinden koşarak benimizi bulmak kolay olmamıştır. İnsan olarak karanlığı “günün karanlığı” denen, “görmenin” en iyi vakti olabilecek karanlığı kullanmasını neden bilemiyoruz.
Çağımız toplumları seküler kültürün vaad ettiği ilerlemenin olmadığını görünce, ruhi açlıktan ölme noktasına geldi sanki. Güneşin, su yüzeyine düşen davetkar yansımalarını takip ederek, suya atlayıp dibe doğru çekilerek gömülüyor gibiyiz. Şurada, burada, güneş ışığı şuhaları takılıyor gözlerimize. Geldiğimiz noktada ışığın kaynağını bulmaktan başka bir seçeneğimiz de yok aslında. Şoyle ki, insan onurunu yücelten önderler olduğu gibi, insan onurunu hiçe sayan ve hatta zulmeden Hitler gibi alçaklarında sosyal gelişmeye katkı sağladığını düşünmekteyim. Eğer kötüler olmasa idi, iyilerin kıymet ve değerleri bilinirmiydi bilemem siyahla, beyazın bilindigi gibi…
Bedenimizin fizyolojistin et makinası olmadığını anladığımız anda; onun semavi tarfının varlığını da anlarız.…Bedenin despotca kullanılması neticesinde, ruh sağlığı açısından ne büyük bedeller ödendiğini görürüz. Beden hatsalıklarına çareler bulunurken, ruh konusu hep ihmal edile gelmiştir nedense?.. Maddeye duyulan ilgiye karşılık, manayı ihmal etmenin sebebi neydi acaba?… Manevi aleme ilgisizliğe sebep kültürlermiydi yoksa?..
İnsanda bulunan tek maddi unsurun fiziki bedeni olduğunu bilmekle birlikte, maddi isteklerin ruhta yaptığı tahribatın etkileri nasil azaltılır hala çözülmüş değil. Bazı insanların neden aşkın şeylere yönelip hayatın fiziki donanımlarından vazgeçerek, maddeden tamamen sıyrılıp, tüm güç ve yaşam alanlarını visionariy bir zihin ve bedenle bütünleştirmeye çalışıyorlar bunları da henüz yeterince aydınlatmış değiliz. Kimileri bu duruma “kendinden-geçme”diyorlar ama, belkide “kendini-bulmadır.” Çünkü aşkın bilgilerin zaman ve mekan farkına rağmen ortak bir çağrısı var, hayatın daima yüceltilmesine dair bir çağrı bu. Peşinden koştuğumuz amaç ne idi?… Bulunmayı bekleyen gizli bir hazinemi?… Biz neyiz, kimiz aslında?… İnsan nedir?… Hayatın anlamı nedir?… Her şeyden önemlisi anlam arayan yaratıklarmıyız yoksa?… Bilincin doğası nedir?.. gibi, karanlık “gece” düşüncelerine cevap ararız. Bence bu sorulara verilecek cevap gayet basitti. Nasil ki bedenimiz hayatiyetini sürdürmek için ekmek, su ve havaya ihtiyaç duyuyorsa, yeryüzündeki hayat maceramız da bir amaç ve gayeye ihtiyaç duymalıydı. Zamanın peşinden yeterince koştuk ama, elinden tutamak bir türlü nasip olmadı insanoğluna.
İnsan evladı düşünen aydın bir kişi olarak önce kendi varlığının sorumluluğunu hisseder. Kendimizi, çevremizi ve bizi kuşatan maddi, manevi değerleri, etkisi altında kaldığımız olayları, davranış biçimlerini çözüp inclemek isteriz. İnsan denen varlık bebeklikten başlayarak, dış ortamın değişen şartları karşısında, kendi iç ortamını belli sınırlar içinde sabit tutmaya çalışır. İnsanın şuurlu veya gayri şuurlu her hareketinin ve her davrnışının neden ve niçin-ini araştırdığınızda davranışların altında yatan gerçek, pisikolojik motivasyon olarak karşımıza çıkar. Ve insanın pisikolojik sahası çok geniştir. Bu sahada ki sitatü ve motifler çok çeşitlilik arzettigi icin idrak ve davranışları pisikolojik sahanın yaptığı tesir neticesinde şekillenir. İnsan tek bir yönde giden, tek zihinli bir hayvan gíbi hareket etmez. Bir zaman içinde, tek bir sitüasyonda değilde, bir çok sitüasyonlarda faaliyette bulunabilir. Çünkü molar ünitemiz çerçevesinde ihtiyaçlar, istekler, hedefler vs şeyler daima değişkendir. Aslında idrakın kapıları kirden temizlenseydi, insan her şeyi olduğu gibi ebediğili yönünden de idrak edebilirdi.
İlkel insan, gizemine hayran kaldiği eşyayı, sağlam ve sert yapılı kayaları medeniyeti adına yontarak güç ve kuvvetini denemişti. Her halde ilkel kavimler için en zor olan, başka insanlarla birlikte yaşamak olsa gerek. İlk önce taşları yontarak tabiata kafa tutan ilkel insan, aklı, fikri ve zekası ile hayatın kanun ve kurallarını tayin etmeyi başarabildi. Birlikte yaşam tarzını kavim veya kabile düzeni üstüne kurdu. İlkel insandan, günümüze gelinceye kadar, aşiret, millet ve ümmet gibi sıfatlarla adlanarak medeniyetini yükseltti insanlik. Bugün seyrine doyamayıp hayran kaldığımız, Mısır piramitlerinden, eski Yunan sitelerine, Mimar Sinanın Selimiyesi de dahil, günümüzün moderin mimari ve sanat eserlerine kolay ulaşılmadı. İnsanlık sahip olduğu medeniyeti aklını, fikrini ve bilgisini yontarak yükseltti.
Hayatın çileli yolunda fertlerden başlayarak, toplumların medeni olgunluk ve sosyal düzeni sağlamak için geçirdikleri evrimler merakımı cezbetmiştir. Genellikle ihmal edilen sosyal pisikoloji, felsefi metotlar ve ilahiyat ilmi de dahil fertlerin idrak ve davranışlarına yön veren, pisikolojik motivasyonlar ve ona bağlı olarak manevi ihtiyaçları, ruh denilen iç alemimiz konusunda verilerin yetersizliğine tesadüf ettim. Bir anlamda fertlerden başlayarak kitle pisikolojisi ve sosyal davranış biçimlerini inceleyen ilmi bilgilerin yetersizliği dikkatimi çekti.
Tarihi vesika ve fosillerden yararlanarak insan anotomisini inceleyen bilgileri kast etmiyorum. Elimizde bulunan belge ve verilerden istifademiz nisbetinde dünü, bugünle kıyaslayarak, karanlık devirlerdeki insanların ihtiyaçları, istekleri, hedefleri, gerginlikleri ve ögrenme yeteneklerini araştırıp, sosyal yapı ve sosyal pisikolojisini incelememize yardımcı olacak bilgi ve malzeme eksikligidir bahse konu olan. Yoksa ilk insandan günümüze insanlık tarihi ve medeniyetini aydınlatan malzeme elbette yeterli miktarda bulunmakta. Üzerinde durduğum konu, insanlığın sosyolojik yapısından hareketle, sosyal pisikolojinin tarihi gelişimi denebilecek çalışmaların yok denecek kadar az olmasıdır. Yani insanin iç dünyasını, pisikolojik yapısını, ruhunu konu alan çalışmalar toplum bilmine katkı sağlayacak seviyde değil. Tabiatıyla çok zor olan bir alan, konu insanın iç alemi ve ruh yapısı, denek de insanın bizzat kendisi olunca konunun zorluğunu da anlamaktayım. Pisikolojik sahada davranış ve hareketlerin sürekli değişkenlik arzettiğini hepimiz bilmekteyiz. İnsan hareketlerini klinik bir ortamda deneye tabi tutmuş olsanız dahi, sitüasyonda meydana gelen değişiklikler, ihtiyaçlar, istekler ve hedefler her fertte ayrı bir şekil alır. Çünkü fertler ihtiyaç ve hedeflerin algılanış biçimine göre faaliyetlere yönelir ve kendisini zorlarlar, zorluklar da buradan kaynaklanmaktadır.
İnsanlık son iki asırdır sanayileşmenin, insan imgesinde açtığı yaraları saracak bir şeylere acilen ihtiyaç duymaktadır. Kendimizi kavrayışımız, ihtiyaçlarımız ve evrendeki yerimizi tesbit gibi, önemli konularda radikal biçimde farklı bir anlayış içindeyiz. Bireyliği gelişmiş kişilerin, daha sonra insan türünün tamamı tarafından benimsenecek icatları keşfetmeleri ve bunların tarihi ilerleten güç olmasına zemin hazırlamaları, bir şey olma isteğinin oynadığı en önemli rol olsa gerek. Umarım sosyolok ve pisikoloklar sorumlu davranarak yolumuzu aydınlatacak bilgilere ulaşmamızda bizlere daha cok yardımcı olacak çalışmalar yaparlar.
Metin YAZAREL
Temmuz 2006