Avrupada Türk toplumunun ahvali
Avrupalı Türk’lerin ahvali ile ilgili bir değerlendirme yapacak olursak, bendeniz bugünleri henüz daha iyi günlerimiz olarak değerlendiriyorum. Çünkü Avrupada popüler sağın ırkçılık üzerinden oy devşirebildiğini endişe içerisinde takip ediyorum. Eskinin anlı şanlı merkezi temsil eden sosyal demokrat, sol liberal ve Hıristiyan demokratlarının aşırı sağın karşısında insan hak ve hürriyetlerini esas alan alternatif politikalar geliştirecek yerde, zaman, zaman aşırı sağdan daha radikal söylemlere tevesül ederek ayrımcılığın devlet politikası şekline dönüştürülmesine müsade etmlerini korku ve endişeyle izliyorum.
Biz Türkler ilk ırkçı katliam olan Solingen faciasında önümüzü, geleceği öngöremedik. Facianın yıldönümü etkinliklerinde Almanya adına iştirak eden Belediye başkanları veya üst düzey protokol temsilcileriyle yetindik, teselli bulduk. Basın yayın, televizyon, tiyatro, sinama gibi kitleleri en çok etkileyen mecralarda, Solingen faciasının bir insanlık ayıbı olduğunu ve Almanyanın geçmişinde insanlık ayıbı konusunda Yahudi soykırımı gibi sicilinin bozuk olduğunu da ima ederek, facianın verdiği korkuyu, acı ve ızdırabı anlatamadık. Alman toplumunu etkileyecek yazar, çizer, sanatçı, aydın ve rol model insanların ilgisini sağlayamadık, sadece siyaset kurumunun alakadar olmasıyla yetindik. NSU davalarında da aynı hatayı yaptık. Alman adaleti ve hukuk sistemine güven vurgusundan ziyade, her iki ülkenin siyasi şov yapmasına rıza gösterdik.
Yabancı düşmanlığı meselesinin geçmişine inersek, Avrupa birliğinin filen işlerlik kazanıp sınırlar kaldırıldıktan sonra, AB komisyonu ortadağu uzmanlığıyla ün yapmış oryantalist tarihçi Bernard Lewis ve ekibine “Avrupanın güvenliği ve Avrupalılık kimliği” konulu bir araştırma yaptırdı. Ve Araştırmanın sonuçları AB komisyonuna rapor edildi. AB içerisinde Alman, İngiliz, Fransız gibi aidiyetlerin yok sayılamayacağına vurgu yapılan raporda, uyarı niteliğinde bir ayrıntı dikkatlerden kaçtı. Acil önlemler ve acil tavsiyeler başlığı altında sunulan bilgi notunda, Avrupaya yönelen Müslüman göçü durdurulamaz ise, önümüzde ki 50 yıl içerisinde kıta Avrupasının İslamlaşmasını kimse önleyemez diyen bir uyarıda bulunuldu. Bizler Bernard Lewis’in acil önlem çağrısına maalesef lakayıt kaldık. Konunun ehemmiyetini anlayamadık. İleri de Avrupanın Türk ve Müslümanları kültürel tehdit olarak algılayacağını fark edemedik. Benim bazı girişimlerim oldu fakat, yeterince anlaşılmadı veya ben iyi izah edemedim.
Bernard Lewis ve ekibine yaptırılan çalışmanın hemen akabinde Hollandalı siyasetçi Pim Fortuyn “Kültürümüzün islamlaşmasına karşı işbirliği” sloganıyla bir kitap yazdı ve siyasete girdi, hatırı sayılır oranda oy aldı. Pim Fortuyn ile birlikte, kültürel tehdit algısı üzerinden işletilen ayrımcı politikalar Avrupa toplumu indinde hoş görüldü. Bugün geldiğimiz noktada, yabancı düşmanlığının tehlike boyutuna dikkat çekmek için, Hollandalı faşit lider Geert Wilders’ın beni iktidara ortak ederseniz, Hollanda ve Avrupayı “İslamdan arındırma bakanlığı” kuracağım diye vaadde bulunduğunu örnek göstermek isterim.
Ne zaman ki Türkiye AB ilşkilerinde diplomatik krizler yaşandı, Türkiye’nin çağrısıyla bazı kuruluşların “Al bayrağını in meydana davetiyle çok kalabalık gösteri ve mitingler organize edildi. Türkiye’nin Başbakanın da iştirak ettiği salonlara sığmayan çok katılımlı gövde gösterilerinden sonra “kültürel tahdit” algısının yanına “iç güvenlik” tehdidi de eklendi. Bügün İslama fobi veya Türk’e fobi diye tabir edeceğimiz politikaları, vakti zamanında abartılı bir şekilde yapılan gösteri ve mitingler besledi. Kültürel tehdit algısının üzerine iç güvenlik tehlikeside eklendi.
Hasılı tekrardan günümüze dönersek, mevcut toplum yapımız ve STK anlayışımızla, ne sözkonusu tehdit algısını düzeltir, ne de Avrupa toplumlarının algı bozukluğunu giderecek güven artırıcı politikalar geliştirebiliriz. Anayasayı koruma kurumlarının iç güvenlik bahanesiyle aldığı örgütlü toplum olmamıza sekte vuran kararları sineye çeker, kendimiz çalar, kendimiz oynarız..
Rotterdam 11.01.2021
Metin Yazarel.