Duyguları İgfal Edilen Türk Solcuları.
Türk siyaseti yıllarca solun, sağ karşısında alternatif olamaması durumunun yarattığı en sıkıntılı dönemini geçirmekte. Bu anlamda tüm solcu ve sosyal demokratlar sorumluluk alarak, solu güçlendirecek vizyon ve misyonu üstlenerek alterfanatif olmak mecburiyetinde olduklarının farkına varmalıdırlar. Alternatiften kastımız yanlış anlaşılmasın demokratik alternatif olarak algılanmalıdır, evrim-devrim gibi modası geçmiş teorilere itibar edilmediği anlaşılmış olmalıdır.
Türk solcuları Sovyetlerin çöküşüyle birlikte aldatılmışlık duygusuyla, Rusları günah keçisi olarak ilan edip sadece Rusları suçlu gördüler. Esas düzenbaz, Yahudi asıllı Alman vatandaşı Karl Marks olduğu halde, ona dokunmak bile istemediler. Halbu ki Marks eşyanın tabiatına aykırı pratikte uygulanma ihtimali bulunmayan ütopyasıyla tüm isnanlığı kandırıp, gözyaşı, zulüm ve umutların yıkılıp, duyguların`sa igfal edilmesine sebep olmuştu. Ruslar ise uyanıklık yapıp, sosyalizmi Lelin sayesinde kendi milli çıkarları doğrultusunda kullanma becerisi gösterdiler. 70 Yıl sonra da olsa Sovyet blokunun yıkılışıyla insanlık komünizmin gerçek yüzünü görmüş oldu.
Hepimizin yaşantısında birilerince aldatılmış olmanın acısını tattığı bir kesit vardır. Hayatımızın bu kesitini kimi zaman ciddiye almaz güler geçer, kimi zaman da arsızlık eder inadına unutmak isteriz. Eğer söz konusu anılar kendimizi adadığımız dünya görüşümüz, siyasi ideolojimiz, yada hayat felsefemiz ise, istemeden de olsa yüreğimize oturan sancının katmerlenerek arttığının farkına varırız. Umudumuz tükenir, ışığımız söner, güneşimiz kaybolur fakat ateşimiz hiç eksilmez sürekli artar nedense…Kendimizi karanlıkların en koyusunda zifiri karanlığın ortasında bulur, boğulacakmış gibi hissettiğimiz anlar olur yaşantımızda.
Bizim solcularımız aldatılmışlık pisikolojisiyle, Marksizmin gerçek yüzünü hiç bir zaman görmek istemediler. Sosyalizmin meşalesini Ankaradan yakarak, yeniden dünyayı aydınlatma sevdasına kapıldılar. Dünya`yı aydınlatmak bir yana, Ankarayı aydınlatamaktan aciz kalıp, kendi-kendilerini kandırmış oldular. Kimi zaman sine-i millet`e, kimi zaman sine-i cuntay`a, kimi zaman ise sine-i merkez sağa dönme çabası içerisinde oldular.
Özel bir davette, Hollanda sosyalistlerinin dua-yeni sayılan bir zatla, sosyalizm üzerine sohbet ettik. Fırsattan istifade ederek, Türkiye de sosyal demokrasinin gelişemediğini üzülerek beyan etme fırsatı buldum. Üstat söze Sovyetlerden sonra, tüm dünya da solun kankaybettiğini fakat, Avrupa da toparlanmanın çabuk oldugunu belirterek başladı. Sozyalizmin Avrupanın kapitalist düzenine tepki olarak doğduğunu anlattiktan sonra, komunizmin neden önce Avrupa sınırları içerisinde değilde, başka ülkelerde kabul gördüğünü anlattı.
Enternasyonal dayanışmaya vurgu yaparak, Türk solu hakkında ne düşündüğünü sordum. Hangi Enternasyonal dayanışma diyerek güldü ve ekledi, biz Avrupalılar iyi ve güzel olan her şeyi, önce kendimiz için isteriz dedi ve ekledi, ben bir Hollandalı olarak, önce Hollanda için, sonra Avrupa, daha sonra insanlık ve en son Moskova için ister veya düşünürüm dedi. Türkler de ise tamamen farklı olduğunu, Moskovanın, Ankaradan önce geldiğini söyleyip, geçmişin yanlışlarını yüzüme vurdu. Ben ise utana, sıkılada olsa onu onaylamak zorunda kaldım. Çünkü Milli Marşımız yerine, sosyalist enternasyonal ve Viyetnam için yakılan ağıtlar hala kulaklarımı çınlatmakta.
Sohbetimiz ilerledikçe Türk solunun durumuyla ilgili yaptığı tesbit ve değerlendirmeler çok ilginçti benim için. Türk solcularının kapitalistlerden daha çok liberal, milliyetçilerden daha çok nasyonalist ve devletci olduklarını gözlemlediğini örnekleyerek anlattı. Gecekondu kültüründen kurtularak, demokratik ilkelere bağlı, klasik liberalizmin eksik ve hatalarını giderecek, sosyal düzen, sosyal adalet, sosyal refah, işci hakları, fırsat eşitliği, vijdan hürriyeti, ifade özgürlüğü vs, hakların geliştirilmesini sağlayacak fikir ve politikalar üretemediklerini izah etti. Mevcut sol anlayışı, halka umut vaad eden sosyal, kültürel, ekonomik ve her alanda sorunları çözecek politikalar üretemediği için, aşırı devletçilik zihniyetine yönelerek, statüsünü korumaya calışmakla itham etti. Laiklik ve rejim tehlikesi gibi suni gündemlerin gölgesine sığınarak, muhalefet etmekte yetersiz kalındığını daha da kötüsü demokrasiyi kesintiye uğratacak ihtilal tellalığı yapacak kadar yanlışlara yönelmekle suçladı. Bütün bu olumsuzlukları Türk siyasetinde sağın alternatifinin sağ olmasının getirdiği tehlikler olarak gördüğünü, eğer çağın gereklerine uygun politikalar geliştiremezlerse, ömürboyu sağ kanat veya başka unsurlara muhtaç kalacakları tehlikesine işaret etti.
Milliyet gazetesinde Can Dündar`ın eski tüfek sosyalistlerden, Sadun Aren hakkında yazdıklarını okuyunca, Hollandalının ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Sadun Aren`in 84 yaşına rağmen Sovyetler çökmüş olsada, içimde ki “sosyalizim özlemi ve devrimci ruh“ hiç bir zaman sönmedi dediğini yazıyordu Can Dündar. Aren “Puslu Camın Arkasından“ adlı kitabında, Behice Boranı çok zeki bulduğunu, Mehmet Ali Aybar`da ise bunaklık alametleri gördüğünü yazmıştı. M. Ali Aybar`ın yeni bir anlayışla, “güler yüzlü sosyalizim,“ Türkiye sosyalizmi fikrini eleştirerek, Türkiye sosyalizmi dünya sosyalizmine ne kazandırabilir diye sorup, bunaklık teşhisi koyuyormuş eski tüfek. Aybar`ın Sovyetler sonrası tutumunu begenmediğini onun durumu ve fikirlerinin TİP (İşci Partisi) ve kendisini “Marksizmin zincirlerinden kurtarma“ çabası içerisinde bulduğuna vurgu yapmışrı Aren. Aybarı`ın ruh halini ise parangadan (kölelikten) kurtulma pisikolojisi olarak tabir etmişti eski tüfek.
Türk solu hakkında biri Türk, diğeri Hollandalı olan bu iki sosyalistin konuya yaklaşımlarını, çok önemli buluyorum. Bu değerlendirmeler ışığında, yakın gelecekte Türkiye de solun demokratik yollardan iktidara alternatif olma ihtimalini çok zayıf bir ihtimal olarak görmekteyim. Hal böyle olunca CHP ve sayın Baykal`ın zaman zaman sine-i millete döneriz tehdidini kendi “doğal tabanı“ olan soldan umudunu kesmiş olmanın son çırpınışları olarak algılıyorum. Bir Demirel klasiği olan sine-i millete dönme demogojisini, sine-i merkez sağa dönme hazırlığında olan merkez solun, kendine yön bulma çabası olarak değerlendiriyor, samimi bulmuyorum. Çünki sine-i millete dönme işi önce destek, sonra da cesaret ve yürek ister, sonunda sokak ortasında kalma riski de vardır.
Bence sol önderlerin Mesnevi-ce çağrıları tüm solculara yönelik olmalı. Çünkü Prof. E. Kalaycıoğlu ve Doç. A. Çarkoğlu`nun yaptıkları “Türkiyede Sosyal Tercihler“ konulu araştırmanın sonuçları, sol seçmen açısından hiç de içaçıcı görünmüyor. 1983 Seçimlerinde solun 30 % olan oy oranı, 1999 da 21.8 geriliyor, 2006 için 19.4 olduğunu öngörüyor ve buna karşılık sağ`ın oylarında artış olduğunu ilmi olarak kanıtlıyor. Geçen süre içerisinde dünya siyasetinde bir çok değişiklik söz konusu fakat, sosyal demokrasinin kendi “doğal tabanında“ oy kaybettiği ve mevcut statünün korunamadığı gerçeğini ortaya çıkarıyor. Laiklik ve Cumhuriyeti tehlikede göstererek, rejimi savunma adına, demokratik ilkelerden vazgeçme görüntüsü veren politik seçenekle birlikte, kavramlar çatışması Türk solunu bu noktaya taşımış görünüyor. Sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları bu kavramlar, solun tabanını tatmin etmediği içindir ki, mevcut statü korunamamıştır. Aslına bakılırsa merkez sağa yapılan çağrının özü de aynı unsurlar içeren, siyasi uyanıklık yapma çabasından başka bir şey değildir. Aynı yöntem ve biraz farkla, sembollere tutunarak, Mevlananın diliyle yapılan çağrıya sağın itibar edip, merkez sola CHP ye yöneleceğine nasıl itimat edilir?
Türk solunun her ne kadar duygu ve düşünceleri igfal edilmiş olsada Mesnevice bir çağrıyla değil de, solun anlayacağı dilden “Nazımca“ bir davetle, tüm solcuları kucaklayacak bir çağrı yapılmalı. Sosyal demokrasi, veya demokratik sol fark etmez, yeter ki solu güçlendirecek bir çağrı olusun. Rahmetli Karaoğlan gibi, gök mavisi renginiz olmasa da, beyaz bir sayfa açarak, kanadı kırık umut güvercinini uçurmayı başarmalısınız, renginiz ak, bahtınız açık olsun.
Metin Yazarel
Rotterdam: 16 Haziran 2006