Hollanda’nın İnsan Hakları Anlayışın’da Değişim.
Çok değil birkaç yıl öncesine kadar, İnsan hakları alanında en gelişmiş ülke konumunda olan Hollanda malesef bu imajını yitirmekte. Son dönemlerde meydana gelen siyasi olaylar iç huzuru bozucu olduğu gibi, dış ilişkilerde’de Hollandanın itibarını zedelemekte.
Pembe Laleler ülkesi Hollandanın, eşcinsel olan üç beş sanatçı, aydın ve medya mensubunun tesiriyle demokrasi ve insan hakları bahanesiyle homosexualizmi sahiplenirken, yabancı ve azınlıklara takındığı insani olmayan tavırları anlamak mümkün değil. Bir parti başkanı çıkıp, ülkesinde yaşayan yabancı ve azınlıkları hedef alan azınlık haklarının kısıtlanması vb söylemlerde bulunuyor ve o parti mecliste hatırı sayılır sandalye elde ediyor.
22 Kasım 2006 seçimleri önceside kamuoyu verileri seçmenlerin medya desteği sağlayan popülist siyasetçilere yöneleceğine dair verilerdi. Netice de seçim sonuçları hepimizce malum!… Seçmenlerin tercihinde medya ve popülizmin etkisi nedir?… Politik tercih olarak, Müslüman ve yabancıları hedef alan parti, bilerek mi tercih edildi?.. gibisinden soruların cevabı bence evet, seçmen bilerek beyaz saçlı adamın Wilders’ın partisini tercih etti.
Seçim sonuçlarından, Hollandanın sağda ve solda her iki kanatta’da radikalizmi tercih ettiği sonucu çıkmıştır. Seçimde başarılı olan her iki partiye bakınca, ( SP ve PVV ) her ikisi de temsil ettikleri kanatların en uçnoktasında bulununan partiler. Sağda ve solda merkezi temsil eden partilere güven yitirildiği içindir ki, seçmenler radikal kararlar alabileceğine inandığı, uçları temsil eden partilere yönelmiştir.
Hollanda seçimlerine Avrupa ulusalcılığı tartışmasının, AB içinde Alman, İngiliz, Fransız, Hollandalı vs kimliklerin yok sayılamayacağı ve ulusal kimliklerin inkarının sözkonusu olamayacağı tartışmasının mutlaka tesiri olmuştur. Fakat Hollanda’da Müslüman ve diğer azınlıklara yönelik sert ve öfkeli politikaların yasallaştırılmasına yönelik çabaları anlamak mümkün değil. Türk ve Müslüman oldukları için yeni kabinede müsteşarlık görevi alan iki İşçi Parti’li (PvdA) Nebahat Albayrak ve Ahmed Aboutaleb’e yönelik aşırı sağcı Geert Wilders’ın verdiği gensoru önergesi şimdilik reddedildi fakat, Wilders’ın fikri bazı akademik cevrelerden’de destek aldı. Maastricht Üniversitesinden Profösör Twan Tak’tan olduğu gibi.
Ortadoğu uzmanı olarak ünyapan Bernand Lewis, Avrupaya akın eden müslüman göçü engellenemezse önümüzdeki elli yıl içinde Avrupanın bir müslüman kıtası şekline dönüşeceği tehlikesine işaret ediyor. Fransanın eski Cumhurbaşkanı Valary Giscard d`Estaing ise, (1974-1981 Fransa Cumhurbaşkanı, şimdilerde AB’nin geleceğinin şekillenmesinden sorumlu üyesi) İslam diasporasının AB için al-Kaide`den daha tehlikeli olduğunu savunuyor. Avrupa laikleri ve katoliklerinin İslam fobisinden kaynaklanan gerekçeyle müslumanlara karşı ortak tavır aldıklarına şahit oluyoruz malesef.
Bazı Avrupa ülkelerinin ekonomisi ve refah seviyesinin yükselmesinde alın teri bulunan dünün misafir isçileri, bulundukları ülkenin konuştuğu dili bilmedikleri halde problem olmamıştı. Bu gün doğdukları ülkelerin dilini, dinini ve kültürünü bilen sisteme entegre ve vatandaş olmuş göçmen çocuklarının yabancı ayrımına tabi tutulması anlaşılır gibi değil. Neden korkuluyor?… korkunun sebebi yoksa öteki olmalarımıdır.
Tüm bu gelişmeler ışığında, insan hakları konusunda tarihi sabıkası bulunan Avrupanın azınlık ve müslümanları bir kültür ve güvenlik tehdidi olarak algıladığını söyleyebilirim. AB’ye üye olacak Türkiye’yi nasıl algılayacaklar?…Doğrusu meçhule giden bir yol gibi.
Karliçemiz Beatrix’in aşırı sağcı plotikacıların sebep olduğu, Hollandanın dış ülkelerde oluşan imaj kirliliğini temizlemek için verdiği uğraş ve dış gezilerin, Türkiye ziyaretinde olduğu gibi, dışarıda oluşan imaj kirliğini düzelterek, eski itibarına yükseltemesini içtenlikle temenni etmekteyim…
Metin YAZAREL
Rotterdam: 2007