İnsani Değerler ve Kişi Hakları (2)
Museviler Hz. Musa’nın vaaz ettiği ve yanlızca İsrailoğullarını hedef alan on emri, bütün insanlığa şamil kılmak için mücadele ederler. Aslına bakılırsa Yahudiliğin vaazı evrensel olmamasına rağmen, onlar evrenselleştirmeye çalışırlar. Ve bu kunuda galip gelmek için, her türlü vasıta ve kaynaktan yararlanmayı dini emir olarak telakki ederler. Yahudi inancına göre, Tanrı Yahveh Musevilerin dünya hayatını kontrol altında tutar. Yahudi şeriatına güre iki yol vardır, haram (profane) ve helal, üçüncü bir yolu kesinlikle kabul etmezler. Diğer dinlerde olduğu gibi, Tanrıya tam ve mutlak bağlılğı (umission) öngörmez, Tanrının bu dünyada gazabından korktukları için, onun emirlerine uymak zorunda olduklarını kabul ederler. Bu anlamda Yahudileri, Tanrı tarafından dünyanın hakimi ve efendisi olarak seçilmiş millet olarak kabul ederler.
Yahudiler Tanrının insanları bu dünyada mükafatlandıracağına inandıkları içindir ki, her türlü zülüm ve kötülüğü Tanrı adına mübah kabul ederler. Aslında orijinal on emir ve Yahudi dini hiç bir şekilde insanlara zülüm ve kötülüğü emretmemiştir. Ancak soradan orjin esaslarda yapılan tahribatlar neticesinde bu anlayış hakim olmuştur, yoksa kelime olarak bile Musevilik, musavi ve eşitlik anlamına gelmektedir.
Esas orjin Musevilik bütün insanların eşit olduğunu ve Tanrı katında efendi, köle ayrımı olmadığını vaaz ve kabul eder. Bozulan Yahudi anlayışıyladır ki 10 Kasım 1975 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı ile, Siyonizmin bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı politakaları savunduğu için 3379 sayılı kararla ırkçı olarak nitelendirilmiştir. Bugün yeryüzünün dini şeriatla yönetilen tek devleti olan İsrail’in, Filistin halkına reva gördüğü insanlık dışı uygulamalar sadece İsrail devletinin güvenliğini sağlamak amaçlı değildir. Kendi inançlarına göre Tanrının, İsrail oğullarına vaaz ettği Siyon devletini kurmak ve bu dünya mükafatından nasibini almak içindir. Siyonizim bu inanç ve ideali taşıdığı sürece, insanlığı tehdit eden en tehlikeli potansiyel olarak varlığını idame ettirecektir.
Hıristiyanlığın Getirdiği İnsani Değerler
Hz. İsanın vaazı insan kişiliğine saygıyı, kardeşlik, eşitlik, ve vicdan hürriyeti gibi tüm insani değerler açısından çok önemli prensipler ihtiva eder. Yahudilikten sora gelen ikinci büyük ilahi din olan Hıristiyanlık, insani değerler adına çok önemli ilke ve kurallar koyarak, insanı tüm güç ve devlet karşısında değerli bir varlık statüsüne kavuşturmuştur. Bu açıdan orjinal Hıristıyanlığın insanlara sunduğu başlıca esaslar, “zülme karşı çıkarak, ihanete, bencilliğe, şiddet ve öfkeye karşı, tevekkül, adalet, eşitlik, doğruluk, temizlik, yardımlaşmayı teşvik, merhamet ve affedici olma” gibi ahlaki prensipler içeren emir ve yasaklardır. Bunların dışında Hıristiyanlığın getirdiği en önemli siyasi ve hukuki kavram ise, güç ve iktidarın kökeninin ilahi olduğu ve Allah a dayandığı düşüncesidir.
Orijinal Hıristiyanlık inancı, her insanın değerli bir varlık olarak yaratıldığını ve bazı ferdi haklara sahip olduğunu kabul eder. Daha sonra kilise tarafından orijinal esasların tahrif edilip değiştirilmesiyle, din adamları ve ruhban sınıf tarafından insanlar üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmıştır. Bu nedenle kilise kimi zaman devletin karşısında ayrı bir güç olarak, kimi zaman da devletle bütünleşerek kendi otoritesini hakim kılabilmek için devleti baskı unsuru olarak kullanabilmiştir. Engizisyon idari sistemiyle insanlara esir ve köle muamelesini uygun görüp, her türlü hak ve hürriyetten mahrum bırakarak baskı uygulayıp, kendi mutlak oteritesi altında tutmaya çalışmıştır. Bütün bu şiddet ve baskı uygulamalarının altında yatan gerçek niyet, mezhep farklılıkları ve din adamlarının kaybetmek istemedikleri mutlak hakimiyet tutkusudur. Bu tutku ve iktidar hırsı, orta çağ Avrupasında o kadar açık ve belirgin olarak görülür ki, kilise feodaliteye destek vererek işbirliği içindedir. Feodal senyörler tarafından köle gibi alınıp satılan insanlar, merkezi oterite ve foedal ağaların eşyasıymış gibi uygulamalara maruz kalmışlardır.
İslam Dinin Getirdiği İnsani Değerler
İslam Kelime olarak Arapça silm kökünden gelen bir isimdir. Mana olarak teslim olma, itaat etme, gönülden bağlanma ve kişinin nefsini teslim etmesi manasına gelmektedir. İslam ilme ve ahlaka dayalı bir din olarak, insanlar arası ilişkilerde hak (adalet ve eşitlik), hayır (iyilik) ve hüsn (güzellik) gibi kavramları emreden bir dindir. Hz Muhammed’in Kur’an esaslarına dayanarak Allah’ın insanlara sunduğu inanç ve yaşayış biçimlerini vaaz eden en son ilahi kaynaklı dinidir. İslam düşüncesine göre hak, Allah iradesi, hukuk ise ilahi iradenin tezahürü olan Kur’ana dayanır. Yine İslam Hukukuna göre devlet, fertlerin İslam ilke ve esaslarına uygun yaşamalarını temin eden bir vasıtadır.
İslam dini Allah ile kulu arasında ki ilişkilerde olduğu gibi, insanlar arsında ki ilişkileride ilahi nizama uygun olarak tanzim ve tarif eder. İslam hukukuna göre devlet başkanı olan kişi egemenlik ve siyasi iktidarını Allah adına kullanmak mecburiyetindedir. Bu anlayışla İslam devlet başkanının yetkilerine sınırlama koyarak, egemenliğin gerçekte Allah’a ait olduğunu kabul eder. İslam dini hiç bir zaman sınırsız yetkilerle donatılmış devlet başkanlığı sistemi ve ruhban sınıfı gibi teokrasi anlayışını kabul etmez. İslam hukukuna göre bütün insanlar musavi eşittirler. İslam adil ve musavi olmayan devlet başkanı ve idaresine karşı çıkmayı teşvik eder. Bu konuda bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur; “ Cihadın en faziletlisi zalim bir hükümdara karşı hak sözü söylemektir” denir. İslam Hukuku bütün insanları müslüman, gayrı müslüm ayrımı yapmadan, insanların hayat hakkı, adalet, hürriyet ve eşitlik gibi en temel haklarını savunurak, temel hak ve hürriyetleri kişilere bağlı haklar olarak kabul eder. Bu haklar başkasına devir edilemez nitelikte görülür. İslam devletinde bütün organlar kişilerin hak ve hürriyetlerini hem devlete karşı ve hemde diğer şahıslara karşı korumakla yükümlüdür.
Buraya kadar izah etmeye calıştığımız gibi, insan hak ve hürriyetlerinin gelişmesi gerek dini, gerek milli ve gerekse milletler arası hukuka tabi olarak incelendiğinde, insanın kendi iradesiyle icaat ettiği devletin sorumluluğu çok önemlidir. Devletler siyasi ve dini toplumsal yapı ve muesseseleriyle demokrasi, halk cumhuriyeti (sosyalist-komünist), monarşi, emirlik ve başkanlık sistemi gibi yönetim şekilleriyle idare edilmektedir. Devletlerin yönetim şekilleri nasıl olursa olsun, hem milli ve hem de milletler arası sorumluluk taşıma zorunluluğu vardır.