İnsani değerler ve kişi hakları (3)
Hürriyetler kağıt üzerinde içi boş bir kavram olarak değil, insanlar için erişilebilir, kullanılabilir haklar niteliğine kavuşturulmalıdır. Acak o zaman sosyal hukuk devleti kimliği kazanılmış olunur.
Sanayi devriminden sonra, Avrupa ve Dünya genelinde insan haklarının gelişiminin evrensel boyut kazanması 1789 Fransız ihtilaline bağlanmakla birlikte, Fransadan önce İngiltere ve Amerikada birtakım girişim ve bildiriler yayınlandığı bilinmektedir. Fakat, bu ülkelerdeki hareketler karekter bakımından daha ziyade, İngiliz baron ve aristokratlarının hükümdarın merkezi otoritesinin sınırlandırılmasına yönelik gelişmeler olarak kalmış ve geniş halk kitlelerine yayılmamıştır. Fransız ihtilalinin felsefi, siyasi, sosyolojik ve ekonomik bakımından ferdiyetçi bir nitelik taşımakla birlikte, siyasi olarak Liberal unsurlar içermiştir. Çünkü Liberalist doktorinin devletten pasif tavır alması beklentisi vardır. Devletin müdahale etmesini istemez. Bu anlayış devletin hiç bir şeye müdahale etmeyeceği, güçlünün zayıfı ezeceği anlamına gelmez. O nedenle klasik haklar diye tarif ettiğimiz, hürriyetlerin bir şekilde korunması için devletin fonksiyonları genişletilerek güvence vermesi gerekmektedir. Devletse anayasal hukuk devleti olmakla bu güvenceyi garanti eder. İnsan toplumda soyut bir varlık olarak değil, ihtiyaç sahibi bir vatandaş olarak algılanmalıdır.
Birinci Dünya savaşının sonlarından itibaren, devletlerin anayasalarında klasik hürriyetlerle birlikte aile ve çocuğun korunması, saglık hakkı, öğrenim hakkı, çalışma ve sosyal güvenlik hakkı, sendikal hakklar, grev ve toplu sözleşme hakları gibi, sosyal hakların korunmasına yönelik çalışmalara ağırlık verildiğini görmekteyiz. Sosyal hakların anayasal metinlerde yeralması, yeni bir devlet düzeni anlayışını da beraberinde getirmiştir. 1917 Meksika Birleşik Devleti anayasası, 1919 Alman Weimar Cumhuriyeti anayasaları sosyal haklara geniş ölçüde yer vererek, devleti bu hakları geliştirip korumakla sorumlu kılmıştır. 1920 Estonya, 1921 Yugoslavya ve Polanya, 1923 Romanya ve İspanya anayasaları sosyal haklara geniş ölçüde yer vermeye çalışmışlardır. 1918 Sovyet bildirisi ile 1925 ve 1936 tarihli Sovyet anayasaları ise, diğer devletlerden farklı bir bakış acısyla yaklaşarak, sosyal hakların kişi haklarının korunması olarak değilde, Marksist devletin ödevleri ve imtiyazları niteliğinde degerlendiren bir anlayışla yer aldığı görülmüştür.
İkinci dünya savaşı sonrasında batı anayasalarında sosyal haklara daha geniş yer verilmeye çalışılarak, bu konuda devlete daha çok ödevler yüklendiği görülmektedir. Doğu Avrupa ve komünist blokta ise, Marksist anlayışa bağlı olarak, sosyal ve ekonomik haklara ağırlık verildiği görülsede, klasik hak ve hürriyetlere, kollektivist yaklaşımla bakılmıştır. Aslında Marksist anayasalarda sosyal haklar bir hak olmaktan ziyade, devlet tarafından düzenlenmiş bir edim ve hizmet olarak değerlendirilmiştir. Yine Marksist anayasalara göre temel hak ve hürriyetlerin totaliter amaçların dışında kullanılması sözkonu degildir. Devlet insan ve tolumunun üstünde bir varlık olarak görülür ve insan devlet için vardır. Bu bakımdan, Marksist anayasaların öngördüğü insan hakları anlayışını, demokratik anlamda insan hakları olarak nitelendirmek çok yanlış olur.
- Asrın sonlarına doğru insani değerler ve insan hakları gibi, hukukun üstünlüğüne saygı bağlamında ki bütün olumlu gelişmelere rağmen, olumsuzluklara da şahit olunmuştur. Birinci ve ikinci dünya harpleri bu ideallerin tadil edilmesine neden olmuştur. Emperyalist sömürgeci batı büyük savaştan hemen sonra elde ettikleri menfaatleri pay edemeyince, kendi arasında anlaşmazlığa düşmüştür. Özelikle savaştan malup olarak çıkan Almanlar, yenilginin ezikliği ve dünya ya hakim olma hırsıyla, daha kanlı ikinci dünya harbinin başlamasına sebep olmuşlardır. Netice de dünya barışının bozularak, milletler arası huzursuzluğa yol açan, yeni siyasi cereyanların türemesine neden olan gelişmeler yaşanmıştır. Bu gün bile insanlığı tehdit eden, Nasyonalizim, Komünizim, Faşizim v.s gibi totaliter rejimler, o günlerde yeşermeye başlamıştır. Klasik hak ve hürriyetleri tanımayan, bu totaliter rejimler, Almaya, İtalya, Sovyetler Birliği gibi ülkelerde milli düzeyde insan haklarını rejim adına tanımazken, milletler arası düzeyde saldırgan ve emperyalist bir yol izlemişlerdir.
1933 Yılından ikinci dünya savaşı sonrasına kadar, Hitler öncülüğünde şiddete dayalı unsurlar içeren ve Alman ırkçılığını savunan, Nasyonal sosyalizmin diger bir adı da Nazizimdir. Alman ırkçılığı ve Yahudi düşmanlığı gibi, antikomünist bir felsefeyle dünya insanlığına korkular yaşatarak, iktidarı döneminde tüm muhalif partileri, sendika ve sivil toplum örgütlerini kapatan, kendi halkına bile müsamaha göstermeyen çağdışı bir rejim olarak, tarihe geçmiştir nasyonal sosyalizim. İngiltre, Amerika ve Sovyetlerden oluşan müttefiklerin gücü karşısında, ikiye bölünmüş bir Almanya olmaya makum edilmiş olarak, lanetle anılacaktır.
1922 – 1945 Musolini İtalyasında, tekparti diktatörlüğüne ve milliyetçiliğin yükseltilmesi ilkesine dayalı diğer bir rejimin adı ise Faşizimdir. Parlementer demokrasiyi kaldırarak, fert ve bireyciliği yoksayan, kendince akılcı ve hümanizim kriterleri yaparak, devletin mutlak hakimiyetini kabul eden bir rejimdir. Faşizim ferdin devlet karşısında mutlak itaatını ister ve ferdin devlete karşı hiç bir hak ve hürriyetini kabul etmez. Birey ancak toplum ve devlet için vardır ve onlara hizmet etmek zorundadır. Totaliter faşizim İtalya dışında, İspanya, Japonya, bazı Arap ve Güney Amerika ülkelerinde çok kısa sürelerle hayatiyet bulabilmiştir. Neticede evrensel insani degerleri tanımayan ve devleti bir amaç olarak gören bu rejim de, tarihin karanlıklarına gömülmüştür.
Sosyalizme gelince, teorik gelişimi çok gerilere gitmekle beraber, çagımızdaki anlamına Karl Marksla ulaşmıştır. Ortaya çıktığı günden, günümüze gelinceye kadar sayısız yorumları ve uygulamaları görülen komünizim, temelde devlet, millet, mülkiyet, aile, sınır ve sınıf gibi egemen bir sınıfa dayalı gücü kabul etmediğini savunur. Hedefe ulaşmak için, proleterya diktatörlüğü adını verdiği komünist devlete geçiş döneminde bir takım ödev ve sorumluluklar yükler. Komünist devlet ancak geçiş dönemi için vardır. Totaliter nitelikler içeren komünist anayasada sosyal ve ekonomik ağırlıklı hakların yanında, klasik hak ve hürriyetlere de yer verdiği görülür. Ancak, klasik hak ve hürriyetler komünist amaçlar dışında kullanılamazlar.