İnsani Değerler ve Kişi Hakları (4)
20. Yüzyılda Liberalizmden kaynaklanan sosyal ve ekonomik sorunlara bir tepki olarak gelişen ve bir çok ülkede kabul gören komünizim bireyciliği ve özel mülkiyeti kabul etmez.
İçeride totaliter diktatörlüğü güçlendiren insan hak ve hürriyetlerini aşırı bir şekilde sınırlandıran ve zaman, zaman ortadan kaldıran komünizim üretim araçlarını kamulaştırarak devletin güçlenmesini savunur. Bu nedenle bazı hak ve hürriyetlerin kısıtlanması toplumsal dinamizmin yok olup, refah seviyesinin düşmesine sebep olmuştur. Refah seviyesinin düşmesi aynı zamanda sosyal ve teknolojik gelişmeyi de engellemiştir. 20. Yüzyılda sosyalist blok çağdaşlarıyla yarışamayacağı gerçeğinden hareketle, devletin ve halkın teorik ve pratik anlamda gerilemesine vesile olduğu içindir ki, komünizime olan güven yitirilmiştir. Bütün bu gelişmeler gerek Doğu Avrupa ve gerekse Sovyet Rusya’da halkın tepkisine karşı fazla direnemeyip, serbest piyasa ekonomisi ve demokratik sistemi tercih etme zorunluluğunu getirmşitir. Bugün hala Çin Halk Cumhuriyeti ve bazı küçük devletler sosyalist rejimde direnseler de, onlarında çok yakın gelecekte genel eğilime uymaları kaçınılmaz gerçek olarak görülmelidir.
Çağımızda istikrarlı demokrasiler diye adlandırılan Batı Avrupa ve Amerka kıtası ülkeleri yanında, gelişmekte olan ve üçüncü dünya ülkeleri diye bildiğimiz ülkeler de anayasalarında kendi anlayış ve yorumlarına göre insan hakları konusunda kanunlar yapmışlardır. İnsan hakları konusunun milli yasalardan taşarak, milletler arası alanda evrensel bir kimlik kazandıgına da şahit olmaktayız.
İkinci dünya savaşı sonrası, 1945 de Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurulmasıyla, milletler arası adalet divanı statüsü kabul edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sözleşmesi, kişisel ve siyasi haklara ilişkin sözleşme, ırk ayrımcılığı ve işkenceye karşı olmak gibi, bir çok sözleşme Birleşmiş Milletelere üye ülkelerce imzalanmıştır. Ancak, son zamanlarda uygulamada bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Değişen dünya dengeleri nedeniyle, dünyanın tek merkezden, Amerika’dan yönetilmesi ve Birleşmiş Milletlerin ciddi manada yaptırım gücü olmaması nedeniyle, insan hakları alanında uygulamalar Amerikanın yorumu ve insafına bırakılmıştır.
Birleşmiş Milletlerin ilkelerini benimseyerek bölgesel nitelikli oluşumlarda, insan hakları konusunda bildiriler yayınlamışlardır. Avrupa Konseyi AGİK 1975 Helsinki ve 1990 yeni Avrupa için Paris Anlaşmasıyla, temel hak ve hürriyetlerin teminat altına alınması karara bağlanmıştır. Afrika Birliği ve İslam Konferansı gibi oluşumlarda, insan hakları alanında çalışmalar yapmaktalar. Malesef yukarıda da belirtildiği üzere, yaptırım gücü olmayan bu kararları uygulamada kontrol ve teşvik edecek kurum ve kuruluşların eksik olması nedeniyle, bir çok yerlerde insan haklarının ihlal edildiğine şahit olmaktayız. Alınan bütün kararlar ve yapılan tüm antlaşmalarla, bugün için yer yüzünde, insanlık idealinin tam olarak hakim olduğunu iddia etmek, gerçekleri kasıtlı olarak gizlemek anlamına gelir.
Eski medeniyetlerden günümüze gelinceye kadar, insani değerler ve klasik hakların gelişimi sürecinde, belirli bir olgunluk seviyesine ulaştığını görmek sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Nevar ki sayıları 160 civarında olan devletlerin yarısından fazlasında, hala insan haklarının tanınmadığı ve hukuki güvenceden mahrum bırakıldığını da bilmekteyiz. Dileğimiz odur ki, 21. yüzyılda bütün devletlerce insani değerler politik konu olmaktan çıkartılarak gelişmesi için kültür ve eğitimin bir parçası olarak görülüp, eğitim ve toplumsal kurumlarla desteklenmesidir. Ancak o zaman gerçek manada hak ve hürriyetlerin geliştirilip güvenceye alınacağına inanabiliriz. Russeum”un söylediği: insanlar doğuştan hür doğarlar, fakat zincire vurulmuş olarak yaşar ve ölürler… sözü hiç olmazsa cağımız için geçerli bir söz olmasın.