GÜNÜMÜZÜN İSLAMCILIK KRİZİNİ MÜSLÜMAN AKLININ MÜHÜRLENMESİ YARATMIŞTIR.
Robert Reilly isimli Amerikalı bir yazarın yazdığı “The Closing of The Muslim Mind, How Intellectual Suicide Created The Modern Islamist Crisis” yani dilimize “Müslüman Aklının Mühürlenmesi; İslamın Entelektüel İntiharı, Günümüz İslamcılık Krizini Nasıl Yarattı” diye Türkçeye çevirebileceğimiz kitabın özetini tetkik ederken, yazarın hem bir oryantalist tarihçi, hem de bir felsefeci mantığıyla vede siyasi kaygı güderek konuları ele aldığını farkettiğim için kritik etme ihtiyacı hasıl oldu.
Yazarın tartışmaya açtığı her birisi bir dosya konusu olan başlıklar, müslümanların asırlardır üzerinde tartıştığı çetrefilli konular olması hasebiyle din ve dindarlığı hayatımızdan soyutlayarak, İslamı çağdışı bırakan ve siyasal islamı besleyen buhranların kaynağı olan mevzulardır.
Hani bir söz vardır, tarih milletlerin, felsefe ise; insanlığın geleceğini aydınlatır diye. İşte oradan hareketle felsefe din ilişkisiyle ilgili, görüşlerimi felsefenin: mantık, ahlak, siyaset, hukuk, doğru, yanlış, güzel, çirkin, iyi ve kötü gibi kıymetlerle ilgilendiği, dinin ise: bu kıymet ve değerlere hükümler verir şeklinde ifade etmek isterim.
Diğer taraftan günümüzün İslam ulemasının din ve dindarlığa bakışını da Agnostizmci (bilinmezlik teorisi) bir yaklaşım olarak görürüm. Agnostik bir yaklaşımla, siz müctehid değilsiniz, onu ancak Allah dostu veliler ilham ederler diyerek, Kitab-ı Kerim-i anlaşılmaz kılmanın hiç mi vebali yoktur sorusunu sorar, cevabını da yine kendi dünya görüşüme yakın ve yatkın bir bakış açısıyla, Hak Tâlânın Kitab-ı Kerim-i sadece müctehidler, müceddidler, ulema takımı, hacılar-hocalar, ilahiyatçı alimler okuyup tahsil etsinler diye indirmediğine dikkat çekerek cevaplandırırım.
Bu manada günümüzün Anadolu İslamı ve tasavvufi geleneğinin de, kalp ilmi, keşif, ilham veya keramet gibi bir takım metafizik terimlere dayanarak akıl ve iradeyi reddeden bir din ve takva anlayışını benimsediğini, dindarlığı mistik ve metafizik ilhamlara hapsettiğini bu sakat anlayışın ancak ve ancak doğmaya, doğmatizme hizmet ettiğine dikkatlerinizi çekmek isterim.
Halbu ki esasta,İnsan evladının
ilkellikten medeniyete geçiş evresinde, insanlar arası sosyal münasebetlerde, insan ve tabiat ilişkilerinde birlikte yaşamaktan doğacak zorlukların giderilmesi için gereken “Temel Kuralları” emir ve yasaklar manzumesi olarak Tanrı belirlemiştir. Doğa kanunu dedikleri, şuursuz tabiatın insan ilişkilerini tanzim eden kanun koyucu olduğunu idda etmek, realite ve ilahi iradeyi inkar etmek anlamına gelmez mi? İnsan iradesi ve insan aklını inkar etmek ise: yine yaradanın Kitab-ı Kerimin de akılla ilgili 75 yerde ihtar ve uyarı mahiyetinde geçen ayetlerine şirk koşma riski içermez mi? gibi sorularla, din ve ilahiyat alanına giren itikadi konularda zihinleri uyarmak isterim.
Robert Reilly’in yazdığı MÜSLÜMAN AKLININ MÜHÜRLENMESİ HİKAYESİ başlıklı kitap özetinde bahsedilen akıl ve irade hürriyeti mevzuunda verilen bilgilerden esinlenerek, günümüzde “ÖZE DÖNÜŞ” adı altında körfez ülkelerinden beslenerek akıl ve iradeyi inkar eden selefilik, selefi İslam anlayışını şiddetle ret ettiğimi beyan ederim.
Sonuç ve son söz olarak, din ve dindarlığa dair Kur’an ve sünnetin koyduğu kesin hükümler dışında, asırlar öncesinin icma ve kıyas-ı fukuha içtihatlarına dayalı çağdışı kalmış bazı hükümler uygulanmaya devam edilir, mesela tüp bebek ve organ nakli caiz midir sorusunun cevabında kem küm edilir ise, din de çağdışı bırakılır. Bu manada içtihata dayalı bazı hüküm ve görüşlerin reforme edilip güncellenmesinde bir sakınca bulunmadığını, hatta elzem olduğunu düşündüğümü ifade ederek yazımı bitirmek isterim.
Rotterdam: 07 Mart 2021
Metin Yazarel