Nelere şahit olduk.
Biz bu ülkede Anayasa mahkemesi başkanının hukukun üstünlüğü ilkesi ve erkler arası yetki kullanımını ihlal ederek, adli yıl açılışında yaptığı bir konuşmada korumak ve kollamakla sorumlu olduğu hukkun üstünlüğü ilkesi ve kuvetler ayrılığı prensibine uygun düşmeyen bir uslupla, yetki gasbı yaparak, yasal olmayan hak ihlali yaptığına tanık olduk.
Yine biz bu ülkede, 367 garabetinin mucidi ve içtihat hukukçusu Sabih Kanadoğlu’nun sivil anayasa konusunda, “kurucu meclisin” dışında siviller anayasa yapamaz diye içtihat eden talihsiz icâzet ve beyanlarına şahit olduk.
Daha bir çok şeye tanık olduk. Kendi genel kurmay başkanını terör örgütü kurmakla itham eden Ergenekon ve Balyoz gibi adalete güven duygusunu zehirleyen davalara şahit olduk.
Diğer taraftan hukuk devleti olmak anlamında, sosyal düzen ve sosyal adaletin anayasal düzen içerisinde devlet ve toplum arasında hukuka dayalı ilişkiler sayesinde sağlandığını mısırda ki sağır sultana bile öğrettik.
Özgürlüklerin korunması ve siyasi otoritenin kontrolünün, anayasal düzen içerisinde, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kuvvetler ayrılığı prensibiyle mümkün olacağını beşikte ki bebelerimiz dahi biliyor.
Demokratik rejimlerde egemenlik hakkının kayıtsız şartsız millete ait olduğunu elbette biliyoruz.
Peki bunca bildiklerimize râmen, nasıl oluyorda millet iradesinin tecelli ettiği sandıkta fırıldak çevirilmesine fırsat veriyoruz?
Şimdilerde ise, seçim işlerinden sorumlu Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nın korumakla yükümlü olduğu sandık güvenliğini sağlayamadığına tanıklık ediyoruz.
Demem o ki uzun lafın kısası, demokrasimiz açısından utanç verici bir durumun zuhur ettirilmesine karşı, siyaset kurumunu her türlü mülahazadan uzak durarak, millet iradesine sahip çıkmaya devet ediyorum.
ENPOLİTİK
Mayıs 2019