Pazar ekonomisi
Pazar ekonomisi kapitalizim ve liberalizimin amansız rekabet çarkını alabildiğince hızla döndürmekte. Küreşelleşme adına kutuplaşmanın, silhsızlanma adına silahlanma yarışına şahit olmaktayız. Çağımızın gelişmiş ülkeleri siyasi kabiliyetlerini iyi kullanarak, gerikalmış yada gelişmekte olan ülkeleri silahlanmaya teşvikte başarılı olmaktalar.
Günümüz dünyasında sınırların kaldırılıp ortak Pazar ve ortak para birimi gibi ekonomik ve bölgesel birlikler geliştirilip, kıtalar arası siyasi ve ekonomik güç denğeleri oluşturulmaktadır. Bu işbirliğine ister dini, ister ırki hangi sıfatı yakıştırsanız yakıştırın, globalleşme adına her iki unsurun milli ve dini unsurların güçlendiğini görmekteyiz. Yakın tarihimiz sayılamayacak kadar değişim ve gelişmelere gebe olmuştur. Dağılan sovyet bloku, batı ve dogu Almanyanın birleşmesi, balkan ülkelerinin vaziyeti ve Irakta ortaya çıkarılan durum gibi olumsuzluklar, yaşayan tarihin canlı örnekleridir bence. Bütün bu olumsuz gelişmeler siyasi ve iktisadi rekabetin sonuçları olarak, bilgi çağı dediğimiz çağın gerçekleri olarak, tarihe hangi renkte geçeceğini merek etmekteyim dogrusu.
Kitle iletişimi teknolojisinin imkanlarından faydalanmasını bilen bilgi toplumları, pazardan paylarını artırken, çağın gerisinde kalan ülkeler ise, kendilerine verilenle yetinip yatırımlarını savunma sanayisine yönlendirmekteler. Diğer taraftan iktisadi alanda güçlü olanlar, askeri, siyasi ve kültürel shalarda da güçlü kabul edilmenin avantajlarını iyi kullanmaktalar.
Turkiye olarak bulunduğumuz coğrafi ve stratejik konum gereği kendi moral değerlerimize güven duyarak, kendi dinamiklerimizi iyi değerlendirip, gelişmiş ülkeler arasında yerimizi almak zorundayız. Üreten ve ürettiğince de tüketen bir ülke olarak, pazarda ki payımızı artıracak ekeonomik ilişkiler geliştirmek mecburiyetindeyiz. Devletler arası ilişkilerin, sektörel alanda işbirliğini etkilediğinden hareketle bölgesel ve dünya siyaseti izlemeliyiz. Günümüzün dünya devleri pazar paylarını artırmak için, Franchising, patent ve marka geliştirerek, dünyanın en ücra köşelerine mal taşımadan gelir elde etmektedirler. Türk girişimcisi de Pazar payını artırmak için uygun olan konsepte marka ve patente yönelerek rekabet etmek zorunda olduğunu bilmelidir.
Rekabet şansı yüksek veya düşük olan ürünler tesbit edilerek, kaliteye önem verilip, standartlar üstüne çıkıp, rekabet şansımızı artırmak zorundayız. Türk ekonomisinin yapısal sorunlarından kaynaklanan enflasyon, iç ve diş borçlanma, kamu harcamaları ve siyasi istikrar dikkate alındığında rekabet etmede zorlansak bile, kaliteli üretimle zorluklar aşılmalıdır. Gerekli önlemler alınır, kayıt dışı engellenir, vergi politikası, ihracat ve ithalatta denge oluşur, faiz ve döviz kurunda kontrol sağlanırsa, pazarlar da rekebet sanşı kendiliğinden oluşmuş olacaktır.
Türkiye gelişme yolunda ilerlerken sanayinin yanında tarımı da ihmal etmemlidir. Sanaiye yönelip tarımı ihmal edecek olursa, dün tarım ürünleri sattığı ülkelerden yüksek maliyette ürün almak zorunda kalır. Sermayenin kaynağının toprak olduğundan hareketle, tarımdaki denğeleri koruyarak teknolojik yatırımlara yönelmelidir, yoksa iktisaden gelişmesini tamamlamış sayılmaz. Diğer bir önemli husus da, montaj sanai ve fason üretim zihniyetinden vaz geçip, kendimize ayit marka üretimi yaparak kalıcılığı ve sürekliliği temin etme zorunluluğu vardır.
Öncelikle günlük değişen dünya konjektöründe, gerek siyasi ve gerekse ekonomik birlikler oluşturup, var olan potansiyel ve kaynaklar iyi kullanılarak ekonomik gelişmeyi saglayacak onlemler alınmalıdır.
Metin Yazarel